John Banville ile ilk tanışmam 2005 Man Booker ödüllü Deniz ile oldu. Okurken zorlandığım, uzun cümlelerin ve sevilemeyecek karakterlerin asabımı bozduğu ama sonunda kendimi büyülenmiş bulduğum bir kitaptı Deniz… Banville okuru ne anlattığıyla değil, nasıl anlattığıyla büyüleyen bir yazar gerçekten. İşte bu yüzden Güneş Tutulması‘na da hem biraz ürkerek, hem de heyecanlanarak yaklaştım. Konu, genel olarak oldukça basit ve hatta can sıkıcı bile sayılabilir: bir aktör, çocukluğunu geçirdiği eve geri dönüyor. Özetle durum bu. Ancak belirttiğim gibi Banville’in kalemiyle diyardan diyara gidip geliyorsunuz.
Ana karakterimiz Alexander Clave, eve geri döndüğü andan itibaren duygulara boğuluyor. Bir an o evdeki çocukluğunu hatırlıyor. Bir an oradan sanki hiç ayrılmamış gibi hissediyor. Duygular arasında gidip gelirken kendinin kendine aslında ne kadar yabancı olduğunu keşfediyor. Annesi ve babası öldüğünde yas tutmadığını hatırlıyor. Aktörlük mesleğinin her zaman izleniyormuş hissine kapılmasına neden olduğunu düşünüyor. Bu yüzden kızı Cass’in üzerinde de böyle bir his uyandıran bir baba olduğu yargısına varıyor. Çocukluk travmaları, günlük yaşamın zorlukları, bazen kendinizle olmanın nasıl dünyanın en kötü şeyi olabileceği gibi hisler kol geziyor Güneş Tutulması‘nda. Bu kitabı okumak beyin ve kalp tutulması riski taşıyor; uyarmadı demeyin.
Daha önce 2005 Man Booker Ödülü alan Deniz adlı romanını yayınladığımız John Banville, bu kez sahne yaşamından da, ailesinden de kopan bir aktörün trajik öyküsünü anlatıyor. 11
Banville, bir kez daha varolmanın saçmalığını, yazgının zorbalığını, arzuların yıkıcılığını derinliğine irdelerken gözüpek, tutkulu ve insancıl bir kitap sunuyor.
No Comments